Uğur Kurt’un Okmeydanı’ndaki Katlinden Sonra—Ayfer Karakaya-Stump’la bir Söyleşi
Emrah Yildiz (EY): Özellikle Gezi’den ve Berkin Elvan’ın ölümünden sonra, senin de “Gezi’yi Alevileştirmek” adlı yazında ele aldığın gibi, Okmeydanı, Hanafi Sünni Erdoğan rejimi, güvenlik güçleri, ve yerel medyanın ezici çoğunluğu tarafından “Alevi” olarak işaretlenen muhalif siyasi pratiklerin mekanına ve bu pratiklerin devlet şiddetiyle susturulmaya çalışıldığı bir açıkhava infaz mahaline dönüştürüldü. Bize Alevilerin mekanlarının, mahallelerinin, köylerinin, şehirlerinin, devlet şiddetiyle olan tarihi ilişkisi hakkında neler söylemek istersin? En yakın tarihçesinde Gazi’den Gezi’ye uzanan bu şiddet tarihi bağlamında Uğur Kurt’un katlini nasıl analiz edebiliriz?
Ayfer Karakaya-Stump (AKS): Tarihçeyi anlatmaya müsadenle 90’lardan değil, biraz daha geriden başlamak istiyorum: 1950’lerde çok partili sisteme geçişi müteakiben Alevilere yönelik kullanılan devlet kaynaklı veya devlet destekli şiddetin seyrinde üç önemli kırılma noktasından bahsedebiliriz. Aynı yıllar, yani 1950’ler ve 60’lar, köyden kente göçen Alevilerin mavi yakalı işçiler olarak dahil oldukları şehir hayatında sol siyasetle tanışma ve bütünleşme yıllarıdır. 1970’lerin kutuplaşmış ve çatışmalı siyasi ortamında Alevilerin açık bir şekilde sol saflarda yer almasıyla, sağ partilerin bir siyaset yapma aracı olarak mezhepçiliği keşfetmesi uzun sürmemiştir. Nitekim bu yıllarda Aleviler üzerinden sol ideolojilerin başarıyla öcüleştirildiğine şahit oluyoruz. Öyle ki, 70’li yıllar boyunca, Türkiye’nin Çorum, Sivas ve Maraş gibi Alevi nüfusun yoğun yaşadığı muhtelif şehirlerinde, devletin güvenlik güçlerinin doğrudan desteğiyle ve/veya göz yummasıyla milliyetçi/muhafazkar kalabalıklar Alevi ve sol kimliği ile bilinen mahallelere saldırmış ve kadın-çocuk demeden buralarda yaşayan çok sayıda Aleviyi acımasızca katletmiştir.
1980 darbesi konumuzla ilgili bir diğer önemli kırılma noktasıdır. Darbeyi takip eden yıllarda devlet, Cumhuriyet döneminde bence ilk kez sistemli ve kapsamlı bir şekilde kendi Alevisini yaratmak için kaynak ayırmış ve ciddi mesai sarfetmiştir. Bu çabalar Türk-İslam sentezi olarak bilinen ideolojik çerçevede ve “havuç-sopa” mantığı ile yürütülmüştür. (Kürt) Alevileri öz Türkleştirerek ve belli oranda İslamlaştırarak ve en nihayetinde de-politize ederek dönüştürmeyi ve ana akım Türkiye toplumuna entegre etmeyi öngören bu proje kısmen başarılı da olmuştur. Başarılı olmadığı noktalarda devlet bu “havuç –sopa” siyasetinin sopa kısmını da uygulamaya sokmaktan geri durmamıştır. Nitekim 1993 yılında yaşanan Sivas katliamı ve 1995 yılında ağırlıklı olarak Kürt Alevilerin yaşadığı Gazi mahallesine yapılan silahlı saldırılar bu çerçevede değerlendirilmesi gereken, Alevilere karşı devlet kaynaklı ve/veya destekli şiddetin yakın tarihimizdeki en vahim örneklerindendir.
Aslında 2011’e kadar devam ettiği şekliyle AKP’nin Alevi politikası da 1980 darbesiyle başlayan, devletin kendi Alevisini yaratma çabalarının bir uzantısı olarak görülebilir. Ancak AKP hükümetleri, Türk-İslam sentezi içinde vurguyu Türklükten İslam’a kaydırmış ve Aleviliğin klasik bir tarikat mertebesine indirilmek suretiyle ümmete entegrasyonunu öngörmüştür. Alevi Açılımı’ndan, Diyanet’in Alevi klasiklerini yayımlamasına ve en son (Gülen cemaatiyle patlak veren çatışmayla boşa düştüğü anlaşılan) camii-cemevi projelerine kadar, AKP’nin Alevilere yönelik attığı veya atmadığı her adım bence hep bu uzun soluklu asimilasyonist siyasetin unsurları olarak okunabilir.
2011 yılı ve sonrasında ulusal ve uluslararası siyasette yaşanan bazı gelişmeler, AKP’nin Alevilere yönelik söyleminde çok ciddi ve açıktan bir sertleşmeyi beraberinde getirmiştir. Bu gelişmelerden konumuzla en doğrudan alakalı olanları, Suriye’de başlayan iç savaş ve 2012’de patlak veren Gezi olaylarıdır. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu dönemde, hem müdahaleci Suriye politikasına yönelik olarak Türkiye kamuoyunda çok düşük seyreden (%30-35 civarında) desteğini arttırmak, hem de Gezi olaylarını kendi tabanı indinde karalamak amacıyla, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir pervasızlıkla mezhepçilik kartına sarıldığını görüyoruz.
EY: Devlet şiddetinin Alevileri hedef aldığı kanlı ve kara tarihin uzunluğu ve katliamlarının büyüklüğü göz önüne alındığında, Erdoğan hükümetleri zamanında Alevilere karşı uygulanan şiddet politikaları nasıl farklılılar göstermekte? Erdoğan hükümetleri zamanında Aleviler ve devlet arasındaki ilişki sence nasıl bir dönüşüm gösterdi?
AKS: “Gezi’yi Alevileştirmek” başlıklı makalemde savladığım gibi, Gezi’de ölenlerin tümünün Alevi olması bir tesadüf değildi; Gezi’yi Alevileştirmeye çalışan bilinçli bir hükümet politikasının sonucuydu. Pratikte polisin Alevi ve sol kimliği ile bilinen mahallelerde kullandığı şiddetin dozunu bilinçli olarak yüksek tutması ve bu şiddeti kullanırken hedef gözetmesiyle ortaya çıkan bir sonuçtu bu. Hükümet, Alevilere mal edilebildiği oranda muhafazakar Sünni kesimle Gezi direnişi arasındaki mesafenin artacağını hesap etmiş olmalıdır. Yani 1970’lerde sağ siyasetçiler nasıl solculuğu Aleviler üzerinden Sünni çoğunluğun gözünde kredisizleştirmeye çalıştıysa, Tayyip Erdoğan da bugün Gezi’yi Alevilik üzerinden kredisizleştirmeye çalışıyor. Ancak 70’lerde bu işler büyük oranda kapalı kapılar ardında ve daha çok yerel düzeyde yapılırken, Tayyip Erdoğan aynı şeyi açıktan ve bağıra bağıra yapıyor. Bu zaviyeden bakıldığında, Gezi’nin birinci yıldönümüne günler kala, bir Alevi mahallesi olarak bilinen Okmeydanı’nda bir yakınının cenaze törenine katılmak için cemevinin bahçesinde bekleyen bir Alevi vatandaşın polis tarafından gerçek kurşunlarla kafasından vurularak öldürülmesini ve akabinde Recep Tayyip Erdoğan’ın televizyonlara çıkıp “polisler nasıl bu kadar sabırlı kalabiliyor, anlamıyorum” demek suretiyle açıkcan açığa polisleri mahalleliye karşı provoke etmesini manidar bulmamak gerçekten mümkün değil! İhtimaldir ki Gezi direnişine kuvvetli destek veren Alevi/sol kimlikli mahallelerde, oranı duruma göre arttırılıp azaltılabilecek, ama süreklilik arzeden bir gerilim ve şiddet ortamının varlığı Tayyip Erdoğan tarafından siyaseten kullanışlı bir araç olarak algılanıyor.
Alevi/sol kimlikleriyle tanınan mahallelerde uygulanan polis ablukası ve polis şiddetini değerlendirirken, aynı mahallelerin AKP’nin kentsel dönüşüm adıyla uygulmaya koyduğu centrifikasyon (gentrification) politikalarının da hedefinde yer aldığını hatırlamakta fayda var. Sözkonusu mahallleler, bazı sol örgütlerin de katkısıyla kentsel dönüşüme en örgütlü direnen bölgeler aynı zamanda. Dolayısıyla sözkonusu mahallelerde uygulanan polis şiddetinin, mahalleliyi yıldırmak suretiyle kentsel dönüşüme direnişi kirmak ve direnişe katkı yapan sol örgütleri şiddetle anılır hale getirerek marjinalleştirmek gibi ilave bir amacının olabileceği çok da afaki bir düşünce olmasa gerek.
EY: Soma sonrasında katledilen maden işçilerinin geride kalan yakınları ve onların faili malum durumu, ve özellikle Elmadere köyü ile ilgili çok söz söylendi. Alevileri ve mekansallıklarını düşündüğümüzde, özellikle şehir merkezlerindeki Alevi mahallelerinin “Gazze’lestirilmesi”nden bahs ettin. Bu mekansallık sorunsalını ve bu sorunsalı bu benzetmeyle betimleme seçimini Jadaliyya okurları için açman mümkün mü?
AKS: Başından öğrendiğimiz kadarıyla, ölen madencilerden 11’i bir Alevi köyü olan Elmadere’liymiş. Ancak yetkililer, Soma faciasında kayıp veren diğer yerleşim yerlerine taziye ziyaretinde bulunup ilgili ailelerin ihtiyaçları hakkında bilgi aldıkları halde Elmadere’ye uğramamışlar. Size şaşırtıcı gelebilir, ama aslında Aleviler bu tip ayrımcılıklarla maalesef sık sık karşılaşıyor. Bu durumun tek farkı, büyük bir felaket içinde yaşanmış olması ve basına yansımışlığı.
Benim Gazze’ye benzettiğim daha çok İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerdeki “mimli” Alevi mahalleleri. Okmeydanı bunlara güzel bir örnek. Şehrin göbeğinde yeralmasına rağmen bambaşka bir dünya gibi. Uzun zamandır, ama özellikle de Gezi’den beri adeta rutinleşmiş bir polis ablukası altında yaşıyorlar. Buralarda sık sık yerel basına bile yansımayan eylemler ve polisle küçük çaplı çatışmalar oluyor. Bu mahallelerin sakinleri sadece (Kürt) Alevi veya solcu değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik olarak da toplumun alt kesimlerinden insanlar. Bu insanların İstanbul’a göçen birinci kuşak Alevi ailelerden önemli bir farkı, eğitimdeki özelleştirme ve son yıllarda gittikçe artan dinselleşmenin bir sonucu olarak, eğitim yoluyla sosyal mobilizasyon şans ve beklentilerinin gittikçe düşmüş olması.
Bu mahallelerin, hem etnik/inançsal hem de sosyal kimliklerinden dolayı ezilen ve geleceğe dair umutlu olmak için pek fazla nedeni olmayan gençleri AKP hükümetine karşı öfke dolular. Gezi protestolarında öldürülen sekiz genci kendi şehitleri olarak kabul ediyorlar. Tayyip Erdoğan’ın kendilerine yönelik dışlayıcı ve tahrikkar üslubu ve hız kesmeyen polis şiddeti bu gençlerin öfkesini ve umutsuzluğunu daha da arttırıyor. Uğur Kürt’ün katledilmesiyle sokağa çıkanlar ve polis arabalarına taş atanlar işte bu gençler. Bu “mimli” mahallelerde örgütlü sol gruplar son günlerde gittikçe daha gür bir sesle polis şiddetine karşı silahlı mücadelenin gerekliliğini dillendirmekteler. Bugüne kadar Alevi toplumundan kitlesel destek bulmayan bu tip çağrıların, olayların gidişatına göre özellikle gençler arasında daha fazla taraftar bulabileceği öngörüsünde bulunmak ne kadar acı olsa da zor değil.
EY: Günümüz Türkiye’sinde Aleviler sence siyasi bağlamda nerede duruyorlar? Hala hep öngörüldüğü gibi CHP’liler mi? Sence HDP’nin Alevilere ciddi bir siyasi alternatif sunması mümkün mü?
AKS: Aslında Aleviler siyaseten ciddi bir sıkışmışlık içindeler. CHP ile ilgili çok önemli şikayetleri olmasına rağmen, Kürt ve Kırmanç (Zaza) olanları da dahil Alevilerin %75-80 gibi çok büyük çoğunluğu CHP’ye oy veriyor, çünkü CHP Aleviler için halen ehven-i şer konumunda. Bunun nedeni ise aslında çok basit: Tarih boyunca baskı ve zulümler yaşamış bir dini azınlık olarak Aleviler laikliği varlıklarının teminatı olarak görüyorlar ve CHP halen onlar açısından laik değerlere en çok sahip çıkan parti. AKP’nin gün geçtikçe daha boğucu bir hal alan, tepeden inme muhafazakarlaştırma politikaları ve güçlenen ümmetçi söylemi ile Suriye’de sırf farklı inandıkları için cihatçılar tarafından boyunları kesilerek infaz edilen insanların resimleri Alevilerin laiklik konusundaki hassasiyetlerini son yıllarda daha da arttırmış durumda.
Bu arada ta en başından beri Kürt hareketinin içinde olduğu gibi, HDP’nin hem yöneticileri hem de destekçileri arasında da kayda değer sayıda Alevi bulunduğunu söylemek lazım. Buna rağmen son seçimlerde BDP’den ayrılanların kurduğu HDP’nin geniş Alevi kitlesinde beklenen heyecanı yaratmamasının, hatta HDP/BDP çizgisine verilen Alevi desteğinin gittikçe azalmasının bir dizi, birbirleriyle bağlantılı nedeni var bence. Herşeyden önce BDP gibi HDP’nin de Kürt sorunu merkezli bir parti olduğu izleniminden kurtulamadı. Ayrıca Kürt hareketinin gittikçe daha belirgin bir şekilde sol ve seküler bir hareketten, İslamcı Kürtlerle iş tutan, pragmatist milliyetçi bir harekete dönüştüğüne dair yaygın bir kanaat var. AKP ile yürütülen barış görüşmelerinde hem hükümet hem de Kürt tarafınca İslam kardeşliğine yapılan vurgu Aleviler arasında derin bir kaygı ve korku uyandırıyor. Görebildiğim kadarıyla Kürt hareketinin bütün bu olan biteni halkın inançlarına saygı olarak sunma çabası HDP’ye oy veren Aleviler için bile hızla ikna edici olmaktan uzaklaşıyor.
Büyük resme nesnel bir gözle bakıldığında, bilhassa Gezi olaylarından bu yana Alevilerin siyasi öncelikleri ve tercihleri ile Kürtlerin siyasi öncelikleri ve tercihleri arasında belirgin bir kopuş göze çarpıyor. Bu kopuşu en açık şekliyle iki kesimin Gezi’ye ve Suriye iç savaşına yaklaşımlarındaki ayrışmada gözlemliyoruz Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de, barış sürecine halel gelmemesi kaygısıyla Kürt hareketinin Tayyip Erdoğan’ı desteklemesi durumunda bu kopuşun derinleşeceğine şüphe yok. Bu da siyaseten Alevilerin alternatifsizliğinin ve CHP’ye mahkumiyetlerinin devamı anlamına gelecektir.
[Note: Bu soylesinin tamamlanmasindan sonra Okmeydani`nda polis tarafindan oldurulen ikinci kisinin 1972 Giresun dogumlu Ayhan Yilmaz oldugu aciklandi.]